13 Şubat 2023 Pazartesi

 

Dr. İsrafil Kuralay

 

Budapeşte’de Türk izleri





 

Orta Avrupa’nın şirin ülkesi Macaristan’a farklı nedenlerle farklı zamanlarda gitme imkânı buldum. Biz Macaristan’ı bir Balkan ülkesi olarak değerlendiririz ancak Macarlar kendilerinin bir Avrupa devleti olduğunun altını çizerler. 165 yıl Osmanlı idaresinde kalan Macarlarla hikâyemiz çok uzun zaman önceye dayanmaktadır. Hunlar zamanında Orta Asya’da aynı milletin evlatları olarak bozkırlarda beraber at koşturmuşuz.  Batıya olan uzun yolcuğumuzda Macar Türklerinin yolu Avrupa’ya bizimki Anadolu’ya düşmüş.  Yüzyıllar sonra bir kökten gelen farklı iki dine mensup iki büyük devlet olarak karşı karşıya gelmişiz. Macaristan, Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1526 yılında fethedildi. Osmanlı fethettiği her yere medeniyet eserlerini de götürmüştür. Bugün Macaristan topraklarının her yerinde Osmanlı devletinin yaptırdığı eserlerle karşılaşırsınız.  Diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Macaristan’da Osmanlı eserlerinin büyük çoğunluğu yok edilmiştir.

Macaristan ile Türkiye arasında ilişkiler en üst düzeyde olumlu seyrediyor. Bu iyi ilişkiler Macaristan’ın Türk Devletler Topluluğuna gözlemci konumunda katılımını sağladı. Macaristan’ın topluluğa katılmasında en önemli sebeplerden bir tanesi de Macarların Türk kökenli olmalarıdır. Türklük konusu Osmanlı döneminde gündeme gelmemiş çünkü Ortaçağda din daha baskın unsurken Fransız İhtilalinden sonra milliyet öne çıkmıştır. Yıllardır Macaristan’da Büyük Kurultay düzenlenerek Türk halklarının katılımıyla önemli etkinlikler düzenlenmektedir.

Birinci dünya savaşıyla dağılan Macaristan İmparatorluğu hem topraklarını hem de nüfusunu kaybetti. Bugün Macaristan’da 10 milyon insan yaşarken bir o kadarda Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde bulunmaktadır. Macaristan nüfusunun beşte biri yaklaşık 2 milyon kişi başkent Budapeşte’de ikamet etmektedir. Bu yazıda Budapeşte’deki Türk izlerinden söz edeceğim. Macaristan’ın her şehri için ayrı bir yazı konusu olur.

Budapeşte Tuna Nehri’nin iki yakasında kurulmuş tarihi eserlerle dolu bir şehirdir. Tuna Nehri Buda ile Peşte’yi birbirinden ayırıyor. Tuna öyle geniş bir alan kaplıyor ki adeta denize benziyor. Tuna Budapeşte’de durgun ve sakin akıyor, ortasında Margaret adası bulunuyor. Bizim İstanbul’daki Kız Kulesi gibi onunda efsaneye dayalı bir hikâyesi var. Kral kızı Margaret’i korumak için adayı imar etmiş. Tuna’nın batı tarafı Buda yani bizim Nazlı Budin, doğu tarafı ise Peşte 1800’lerin sonlarında birleşerek Budapeşte olmuş.  Budapeşte çok sayıda tarihi esere sahip görülmeye değer bir şehir olarak ziyaretçileri kendine çekiyor. Osmanlıdan kalan eserlerin izleri Budin tarafında bulunuyor.

Gülbaba sizi çağırıyor



Budapeşte’ye giden Türklerin ilk uğrak yeri Budin’de bulunan Gülbaba oluyor. Gülbaba Kanuni zamanında Budapeşte’ye yerleşmiş bir dervişi.  Bir Türk için yüzyıllardır bu şehirde nöbet tutan Gülbaba’dan destur almadan şehre girmek bir ayıp sayılır. Kaldı ki sadece Türkler değil Macarlarda Gülbaba’yı seviyor ve ona hürmet ediyorlar. Adeta birleştirici unsur olarak varlığını sürdürüyor. Bundan birkaç yıl önce gittiğimizde sadece Türbe ve bahçesinde birkaç mezar taşı vardı.

 Bu defa bir güzel hoş bir gelişme ile daha karşılaştık. Budapeşte’ye hâkim bir noktada bulunan Güllü tepenin üzerinde bulunan türbenin girişinde yapılmış Gülbaba anıtı sizi karşılıyor.  Türbe, bahçesi ve mezar taşları yeniden gözden geçirilerek tamir edilmiş. Türbenin alt tarafında yeni bir müze yapılmış. Koridor tarzında yapılmış müzede Macaristan’daki Türk tarihi çeşitli eserler vasıtasıyla anlatılmış. Bir gravür dikkatimi çekti Osmanlı döneminde Budapeşte’nin görünümü cami siluetinin egemen olduğu İstanbul’a benziyor. Artık o görünümden eser yok. Şu anda Budapeşte’de bir tek tarihi cami bulunmuyor.  Macaristan’daki bu hafıza müzesi TİKA ve Macaristan Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle yapılmış. Müzede küçük kahve hediyelik eşya satış bölümü ziyaretçilere hizmet ediyor. Rehber eşliğinde dolaştığımız türbeden Gülbaba hakkında yazılmış bir kitap alarak çıktık.

Kitapta Gülbaba’nın nereli olduğuna ve ne zaman yaşadığına dair bilgiler bulunuyor. Evliya Çelebi türbede bulunan bir beyitten dolayı Gülbaba’nın Merzifonlu olduğunu ifade eder. “Merzifon’dan gelerek tuttu vatan / Şah Süleyman zamanı Güllü Baba.”  Bugün Gülbaba’nın kim olduğundan öte iki toplum arasında bir dostluk simgesi olarak varlığını sürdürüyor.

Son Vali: Vezir Abdurrahman Abdi Arnavut Paşa


Osmanlı Devleti’nin çekildiği yerlerde büyük dramlar yaşandı ancak ne tarih hakkıyla bunu yazdı ne de millet hatıralarında yaşatabildi. Budin’in son valisi Vezir Abdurrahman Abdi Arnavut Paşa 70 yaşında şehit oldu.  Kahramanlığını düşmanları Askeri Tarih Müzesinin bahçesindeki mezar taşına yazarak tescil ettiler. “145 yıllık Türk Egemenliğinin son Buda Valisi Abdurrahman Abdi Arnavut Paşa bu yerin yakınında 1686 Eylül ayının 2. günü öğleden sonra yaşamının 70.yılında maktul düştü. Kahraman düşmandı, rahat uyusun!”

Camisiz Mahzun Minare




Budapeşte yakınlarında Erd Kasabasında Hamza Bey Palankası Camii Hamza Bey tarafından yapılmış. Türk hâkimiyetinden sonra kaderine terk edilmiştir. Daha sonra sel nedeniyle yıkılmış ve sadece minare kalmış. Kasabanın girişinde yolların kavşağında yıllara meydan okuyan minarenin mahzunluğu yüreğimi burktu.  Mescidin bulunduğu alana sonradan betondan bir mihrap yapılmış. Minareyi ve mescidi şenlendirmek için ezan okuyup vakit namazını kıldım. Burası mamur iken namaz kılan müminlere dua ettim.

Galiçya Şehitliği



Birinci Dünya Savaşı sırasında Galiçya Cephesinde 1916-1917 yıllarında 15.Kolorduya mensup 1050 askerimiz şehit olur. Macaristan’ın farklı bölgelerinde şehit düşen askerlerin bazılarının naaşları Budapeşte yakınlarındaki Türk Şehitliği’nde toplanmıştır. Bu mezarlıkta 480 şehidimizin adları kayıtlıdır. İsmi meçhul olan şehitlerimiz de var. Şehitliğin yan tarafında Müslüman mezarlığında çok eski dönemlere ait Türklerin mezarları bulunuyor.

Budapeşte Kalesinde Türk Şehitliği

Akşam yemeğinde Budapeşte’de yaşayan Türk dostlarla sohbet ederken kalede Türk Şehitliği olduğunu anlattılar. Vakit geç olmasına rağmen görmek istedim. Kalenin içinde 10-15 civarında mezar başı toplanmış ve etrafı çevrilmiş. Bunlar binlerden tarihe, yok edilmeye direnip ayakta kalanlar. Bize de Fatiha okumak, dua etmek nasip oldu.

Budapeşte görülmeye değer bir şehir. Türk tarihi açısından da çok şey ifade ediyor. Ancak geriye çok az iz kalmış. İzler sürülürse yeni eserler ortaya çıkacaktır.


 









 



4 Şubat 2023 Cumartesi




ÜSKÜDAR'DA YAŞAMAK


      Üsküdar bir ulu rü'yayı görenler şehri!                                                               
                 Seni gıptayla hatırlar vatanın her şehri!  
                                                                                      Yahya Kemal BEYATLI






































































27 Ocak 2023 Cuma

TÜRKİYE, DOĞU TÜRKİSTAN’A SIRTINI DÖNMEZ!

(NASİP OLURSA BU BLOGDA, BİR GRUP DEĞERLİ İNSANLA BİRLİKTE ZAMAN ZAMAN DÜŞÜNCELERİMİZİ, SÖYLEMEK İSTEDİKLERİMİZİ PAYLAŞACAĞIZ. BU DA BENİM BLOGDAKİ İLK YAZIM. HAYDİ BİSMİLLAH!)


            Çin, uzun zamandır, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de Doğu Türkistanlıların sivil hak arayışı ve tepkilerini sindirmeye çalışıyor. Bunu devletler düzeyinde yaptığı gibi kontrolü altına aldığı/kendine meftun odaklar yoluyla yürüttüğü de biliniyor.
            Türkiye ise yeni bir uluslararası düzenin ve kamplaşmanın şekillendiği bir konjonktürde var olabilme ve etkin bir varlık gösterebilmenin mücadelesini veriyor. Öyle ki kimi "müttefik"lerinin silahları da üzerine çevrilmiş durumda. Dolayısıyla, uluslararası politikada bir denge politikası uygulama mecburiyetinde kalmaktadır. Elbette, yapılan yanlış uygulamaları gerektiğinde en sert şekilde eleştirmeliyiz ama bu gerçeği de göz ardı etmemek üzerimize düşen önemli bir sorumluluktur. 
        Ne var ki bu vaziyeti fırsat bilen bazı kesimlerin Uygurlar meselesi yoluyla içte ve dışta Türkiye'nin itibarını zedelemek, ülkeyi Çin'e yandaşmış gibi göstermek telaşına düştükleri görülmektedir. 
            Öncelikle, şu hakikati hiç unutmamanın her Doğu Türkistanlının boynuna bir borçtur kanaatindeyim:
                Türkiye, Osmanlı Devleti döneminden başlayarak, bugüne kadar Doğu Türkistan meselesine gözlerini hiç yummamış, hiç bir zaman orada yaşanan gelişmeleri görmemezlikten gelmemiştir. Her zaman, gizli ya da açık, başka hiçbir ajandası olmadan her zor zamanında elinden gelen her türlü desteği göstermiştir. Bununla ilgili yüzlerce belge, tanıklık, yaşanmışlık vardır; uzak-yakın tarih buna şahittir. Hatta Doğu Türkistan'la ilgili faaliyetlerin bir gizli genelge ile baskı altına alınmaya çalışıldığı 1990'lı yılların sonlarında bile, dönemin başbakanının, o yılların en önemli Doğu Türkistan sivil toplum teşkilatı başkanına özür mahiyetinde bir mektup gönderdiğinin bizzat tanıklarından biri de benim.



       Dolayısıyla Doğu Türkistan meselesinde Türkiye'yi duyarsızlıkla suçlamak, en azından insafsızlıktır. Evet, yapılan yanlışlıklar, uygulamaya çalışılan yanlış politikalar olabilir, yukarıda verdiğim örnekte olduğu gibi, olmuştur da. Ve elbette böyle yapıldığında mutlaka eleştirilmesi, yanlışlıklar güçlü bir şekilde ortaya konulmalıdır. Ancak bunu yaparken, Türkiye'yi suçlar bir dil kullanmaktan her zaman özenle kaçınmak gereklidir. Kimi zaman, bilerek ya da bilmeyerek, kişisel ya de değil de olsa sergilenen yanlış tavırlar Türkiye'yi Türk dünyasına kötü göstermeye çalışanlara malzeme haline getirilmemelidir. Unutulmamalıdır ki, Doğu Türkistan davasının dünyadaki en samimi hamisi hep Türkiye Türkleri olmuştur ve olmaya devam etmektedir.
        Bu vesileyle yaşadığım ilginç bir olayı da burada paylaşmak istiyorum. Dünyanın en etkili gazetelerinden kabul edilen yabancı yayın organlarından biri, bana ulaşarak, Türkiye'nin Uygurlar politikası diyerek özetleyebileceğim bir konuda görüşlerimi almak amacıyla mülakat yapmak istedi. Ben de yukarıda yazdıklarım çerçevesinde cevaplar verdim. Ama beklentinin farklı olduğunun da idrakindeydim. Nitekim öyle de oldu ve yayınlanmadı. Eminim ki, Türkiye'ye yönelik eleştirel ifadelerde bulunmuş olsaydım, başka türlü olurdu.
          Velhasıl tekrar etmek isterim mi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türkleri Türkleri Uygur Türklerini hiçbir zaman yalnız bırakmadı, bırakmaz da. Görünürdeki vaziyet ne olursa olsun. Çünkü bu bir kardeşlik borcu olduğu kadar Türkiyemiz için bir beka meselesidir ve siyaset üstü bir konudur.
            Bu mesele böyle de bilinmelidir...

25 Ocak 2023 Çarşamba

 Hayırlara vesile olsun inşaallah

Benim blogger ismi “köşe taşı”( şimdilik)

                         Bekir yıldızcı



24 Ocak 2023 Salı

Az Bahsi

Bu mecradaki yazılarımıza güzel Türkçe'mizdeki "az" kelimesi hakkında hasb-i hâl ederek başlayalım. Tek heceli, iki harfli derin bir derya: AZ

Ele avuca sığmayan, dağlar kadar ağır, ovalar kadar engin duygularımızın vefakâr taşıyıcıları olan kelimelerin her biri bir başka güzel. Sağlı sollu saldırılara rağmen dipdiri, dimdik duran güzel lisanımızın güzel kelimeleri. Bugün binlerce kelime arasından bu kısacık söz/cük bize göz kırptı. Her yönüyle "ismi ile müsemmâ" başka bir kelime var mı acaba? Şu güzelliğe bakar mısınız? "Az"dan neyi kastettiğimizi, kullandığımız kelime daha dudaklarımızdan çıkarken belli ediyoruz. "Az" derken bile "az" harf kullanıyoruz. A ve Z'den ibaret. Biraz abartı gibi gelebilir ama gerçekten bu derinliği düşündükçe içim bir tuhaf oluyor. Az ama "öz"ün ete kemiğe bürünmüş hali. Alfabenin ilk harfi ile son harfi. Arada kalan harfler bu ikisi arasına gizlenmiş adeta. Hepsinin adına çıkıyorlar dudaklarımızdan. Zira "az"ı ifade ederken çokluk olmaması lazım. "Çok" dedim de aklıma geldi, bu "az" kelimesi o kadar muhteşem bir yapıda ki, zıddını bile hizaya getirmiş. Kendisindeki azlık zıddına yansımış. Yukarı-Aşağı, Üst-Alt, Yeryüzü-Gökyüzü, vb. derken dikkat ederseniz, zıtlarda bir uyum var. Az-Çok ikilisindeki uyum "az"ın azlığından kaynaklanıyor. Çok'u ifade ederken bir sürü heceden oluşan bir kelime bulunsaydı "az"a  gerçekten ayıp olurdu.    

Ve "az"ın şânına uygun bitirelim yazımızı. Az ve öz konuşmak için "Öz"e müracât edelim:

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ

 قَلِيلًا مَا تَشْكُرُونَ 

Ne kadar da az şükrediyorsunuz!
(A'râf Suresi 10.Ayet)

Vesselam..